Muhafazakâr Fransız aydınlar ve Simone de Beauvoir: “Biz Beauvoir’cı değiliz ama...”
Feminizm söz konusu olunca Simone de Beauvoir’dan söz etmemek mümkün değildir. İkinci Cinsiyet yayınlandıktan yetmiş yıl sonra Eve Gianoncelli, Beauvoir’ı unutmayı amaç edinmiş, ancak sonunda onun en etkileyici mirası tarafından esir alınmış yeni nesil Fransız muhafazakâr yazarları inceliyor.
Sağcıların aşağılayıcı şekilde “neofeminizm” diye tabir ettiği olguyla ve hareketin görünür lideri olan Simone de Beauvoir’la hesaplaşmayı amaçlayan iki muhafazakâr kadın aydın tarafından 2016’da iki kitap yayımlanmıştır. Kitaplardan biri, Adieu Simone! Les dernières heures du féminisme (Hoşça kal Simone! Feminizmin Son Saatleri), muhafazakâr Boulevard Voltaire internet sitesine yazılar yazan gazeteci Gabrielle Cluzel tarafından kaleme alınmıştır. Goodbye, Mademoiselle: The Defeat of Women (Hoşça kal Madam: Kadınların Yenilgisi) başlıklı diğer kitap ise Le Figaro’da yazan yirmi beş yaşındaki gazeteci Eugénie Bastié’ye aittir.1
Kitap adlarının ikisi de muhafazakâr kadın aydınların Simone de Beauvoir hakkındaki düşüncelerinin yansıması olarak görülebilir – onun zamanı geçmiştir. Ancak meslektaşının kitabını Nisan 2016’da Figaro Vox’da inceleyen Éric Zemmour, Bastié’nin eserini farklı yorumlamıştır. Makalesinin adı “Simone de Beauvoir’a Hoşça kal Demeliyiz”di (2016).2 Bastié’nin cesaretini her ne kadar takdir etse de Zemmour onun henüz Beauvoir’dan kopamadığını iddia etti. Zemmour’a göre neofeminizmin yol açtığı her felaket yalnızca İkinciCins’te değil, çalışmalarının tümünde vardı.
“Birey kadın doğmaz, kadın olur” ve daha az bilinir olan, “Kendi sebebim ve kendi sonum olmayı düşledim”3 sözlerini yazan –ki Zemmour’a göre ikisi de Judith Butler’ın cinsiyet kuramı ve diğer kuir kuramlarına temel oluşturmaktadır– Beauvoir’dır. Ancak bu Bastié’nin kendisinden kaynak göstermeden alınmış bir savdır. Bu anlamda iki aydın arasında kuramsal bir köken bağı olduğunu düşünmesi de hatalıdır. Zemmour’un çıkarımları Bastié’nin kitabının başında öne sürdüğü Beauvoir’ı kurtarma –feminist olan Beauvoir değil de bir aydın ve bir kadın olan Beauvoir’ı–niyetinden kaynaklanıyor olabilir. Bastié, filozof Marianne Durano’yla beraber “bütüncül feminizm” diye adlandırdığı olguyu savunma amacıyla Beauvoir’ı –diğer özelliklerinin yanında bir feminist– şeklinde eleştirmeye devam ederken, “feminist” sıfatını kendine de yakıştırmaktadır. Benim burada odaklandığım nokta tam da bu belirsizliktir.
Benim önermem Beavuoir’ın bu yazarlarca muhafazakârların hep ilgisini çekmiş feminizm ve cinsiyet hakkındaki tartışmalar etrafında kendilerini konumlandırmalarında bir sorun teşkil etmesidir. Diğer bir deyişle, bu muhafazakâr kadın aydınlar kendilerini Beauvoir’a, feminizmin öncü azizine göre konumlandırmalıdır. Bir yanda Beauvoir hem bir kadın hem de bir aydın olarak tanınmakta, hatta övgü almaktadır; diğer bir yanda ise hem bir feminist olarak reddedilmekte hem de muhafazakâr kadın aydınlar tarafından bu şekilde yansıtılmaktadır.
Bu nasıl mümkün olabilir? Bu çeşit konumlanmalar bu kadınların feminizm hakkındaki iddiaları hakkında neler ortaya çıkarmaktadır? Bu soruları cevaplamak için Bastié ve Durano’nun ana çalışmalarını mercek altına alıyor ve başka metinlerle karşılaştırıyorum: İkilinin verdiği röportajlar ve eş-yazarlık yaptıkları kuramsal ve siyasi metinlerle. Bu yazarların Beauvoir’ın feminizmini retleriyle başlayacak, sonraysa onun fikirlerini ve özgürleştirici bir figür olduğu argümanını nasıl savunduklarına bakacağım. Son olaraksa bu kadın muhafazakârların konumlarının nasıl –Beauvoir’ı reddetmek ve destekleyip benimsemek arasında gidip gelirken– anti-feministlerin feminizmi dolambaçlı anlatım stratejilerinin bir parçası olduğunu tartışacağım.
Beauvoir’ın feminizmini reddetmek
Öncelikle bilmeliyiz ki, Bastié ve Durano’nun reddettiği Beauvoir’ın feminizmidir. Bunu daha iyi anlamak için başka bir yazara, Natacha Polony’e –ki kendisi de genç olmasına rağmen son zamanlarda ortaya çıkan bilhassa saldırgan kadın muhafazakârlardan farklı bir nesle üyedir– dönelim. İkili gibi Polony de kendisini en baştan cinsiyet ve feminizm üzerine gerçekleşen tartışmalardaki tavrıyla diğerlerinden ayırmıştır. Bir gazeteci ve deneme yazarı olan Polony 2007’de, başlığı feministlere nanik yapan ve Polony’nin kendi evrensellik anlayışını teşvik etme amacı taşıyan bir kitap kaleme almıştır: L’Homme est l’avenir de la femme (Erkek, Kadının Geleceğidir).
Bu kitapta Polony, Beauvoircı yaklaşımların miadını doldurduğunu iddia etmektedir. Beauvoir’ın eserini kaleme almasıyla bugün arasında sosyolojik değişimler meydana geldiğini ve onun çizdiği kadın portresinin modasının geçtiği iddiasıyla, İkinci Cins’i “artık ortalıkta görülmeyen bir insan çeşidi”4olarak tarif etmiştir. Bastié’nin Adieu Mademoiselle’i, yazar henüz Polony gibi Le Figaro’da bir gazeteciyken yazılmıştır. Bastié, Beauvoir’a saldırarak başlar:
“Irksal bölünmelerin aksine, cinsiyetler arası farklılıklar kanıtlanmış bir gerçektir ve yine toplumsal bölünmelerin aksine, bu farklılıklar özünde değiştirilemez ve sabit bir şekilde insanlık haline bağlıdır. Yalnızca topluluklar ve sınıflar arasında değil, evin içinde bölücü bir savaş başlatarak Beauvoir, cinsiyetler arasında ebedi bir mücadelenin savaş alanına dönüşecek olan, tarihsel insanlığın köküne de saldırmaktadır.”5
Öncelikle bu söylemlerin keskinliğine bakınız. Bastié’ye göre ciddi bir suç işlenmiştir. Beauvoir’ın feminist düşüncesi, Bastié’nin antropolojik değişmez ve karar verilmiş “tek doğru” olarak öne sürdüğü olguyu, cinsiyetler arasındaki farkları inkâr ederek, erkek ve kadın arasında çözülemez, –sonsuz– bir savaş başlatmıştır.
Bastié’nin tarihsel insanlıktan kastı şu farklılığın olumlu açıdan görülmesine atıfta bulunmaktadır: Beuvoircı feminizmin başlattığı geniş bir yapısöküm projesinin sözümona paramparça ettiği, ailenin temel taşı olan heteroseksüel çiftte cisimleşen, cinsiyetlerin verimli bir şekilde birbirini tamamlayışı. Bastié böylelikle muhafazakârların cinsiyet kuramı yanlılarınca desteklendiğini iddia ettikleri cinsiyetlerin ayrıştırılmamasını eleştirmektedir. Kendisi bunu daha sonra şöyle ifade edecektir:
“‘Kendi sebebim ve kendi sonum olmayı düşledim’ yazmıştı Simone de Beauvoir anılarında. Cinsiyet kuramıysa bu belirsizlik varsayımının en son ortaya çıkan, en radikal halidir. Butler ise bu iddiayı basitçe benimsemekte ve desteklemektedir. ‘Kişi kadın doğmaz, kadın olur’ diyor Beauvoir. Butler ise ekliyor: ‘Neden olalım ki?’”6
Bastié ‘anti-modern’ dergi Philitt tarafından internette yayınlanan bir röportajında7 ise bu savının daha radikal bir versiyonunu sunuyor:
“Bence […] İkinci Cinsiyet’te en başından beri bu feminist delilik mevcuttu. ‘Kişi kadın doğmaz, kadın olur’ yazmış Beauvoir ve kendisinden sonra gelen Vahabifeministler emirlerini sorgulamadan kabul etmiş, radikalleştirmiş: Neden olalım ki?”8
Bastié en başta yalnız feminizmi eleştiriyor görünse de, cinsiyetler arası farklılıklar konusundaki görüşleri ona ayrımcı bir feminizm çeşidi ortaya koyma imkânı sunar – ki bu tarih boyunca antifeministler tarafından sıkça kullanılmış suiistimal stratejisinin bir parçasıdır.] 9Böylelikle bir geçiş başlar: Bastié’nin sonradan ve öngörülebilir şekilde ‘feminist’ sıfatını kabullenişi, muhafazakârların aşağılayıcı şekilde ‘neofeminizm’ dedikleri olguya saldırılarıyla yan yana durur.
Meslektaşı ve filozof Marianne Durano ile Bastié ‘bütüncül feminizm’ denen olguyu kavramsallaştırmıştır. Prensiplerini beraber çalıştıkları bir dergide yayınladıkları manifestoda belirttikleri bu fikirlerini, ikili hem çevreci hem de kapitalizm karşıtı olarak sunmuştur.10
Durano ve Bastié’nin feminizmi benimseyişlerinin ardından Beauvoir’a yönelik saldırılar gözle görülür şekilde değişti. Geçmişte İkinci Cinsiyet’i laf arasında ‘kadınların durumunun korkunç bir tasviri’11 şeklinde anlatan Bastié şimdilerdeyse Beauvoir’ın feminizminin kadınların pratik yaşamlarından uzak olduğunu ve kadın bedenini hor gördüğünü savunmaktadır. Buna karşın ‘bütüncül feministler’ kadın bedenine ve onun özgüllüğüne geri dönüş çağrısında bulunur.
Durano’nun bir sonraki kitabında Beauvoir’ın kadın bedenini yok saydığı savı tekrarlanmış ve genişletilmiştir.12
Durano kitabın sonunda, “‘Modern’ Kadın Maskülen Değerleri Benimser” adlı bir alt başlıkta Bastié’ye döner. İşin ilginç tarafıysa, bunun İkinci Cinsiyet’ten bağlamından koparılarak alınmış bir cümle olmasıdır: Durano bu çeşit kabullenmeleri kadınsal özelliklerin reddi olarak eleştirse de, Beauvoir bunu kadınların erkeklerle düşünce, çalışma ve yaratma açısından aynı potansiyeli taşıdığını belirtmek için söylemiştir.
Saldırganca yazılmış birkaç sayfa sonra Durano, Beauvoir’ın kadınların cinsel gerçekliğini tamamıyla yanlış anladığını, dolayısıyla kadınların yüzleştiği hiçbir soruna ciddi bir çözüm getiremeyeceğini savunmuştur. Bunu göstermek içinse Beauvoir’ın ölüm ve gerçeklikle bağdaştırılan kadın deneyimleri, hamilelik ve annelik üzerine yazdıklarını örnek gösterir:
“Yaşam nerede oluşuyor olursa olsun, –filizlenme ve mayalanma gibi– yalnızca çürüyüş içererek oluşabileceği için iğrenme hissi oluşturur; yapışkan embriyo bezesi ölümün çürütücülüğüyle bitecek döngünün kilidini açar.”13
Yine de ‘Beauvoir’ın iğrenme hissi’ tecrübesizliğe dayanmaktadır:
“Beauvoir’ın hamilelik ve annelik gibi yaşamadan yargıladığı tecrübeler konusundaki tiksintisi pervasızdır.”14
Durano’nun Beauvoir’ı reddetmek için tecrübeden kaynaklanan otorite üzerine bir argüman ortaya koyduğunu göz önünde tutalım. Dolaylı yollardan kendi tecrübesini Beauvoir’la karşıtlık oluşturmak için kullanmaktadır: Durano’nun bir anne olarak kendi tecrübesi kitabı için hem bir başlangıç noktası olmuş hem de kitabının çerçevesini oluşturmuştur. Durano bu tecrübeyi hiç çocuk sahibi olmamış Beauvoir’a üstü kapalı bir şekilde serzenişte bulunmak için kullanır.
Durano’ya göre Beauvoir’ın eserinde sürekli görülen “bir yanda içkinlik, beden ve kadınlık, diğer yandaysa aşkınlık, zihin ve erkeklik” arasındaki karşıtlık, bedenin kendisinde gerçekleşen bir aşkınlık olan doğum tecrübesini hiç yaşamadığını gösteriyor. İkinci Cinsiyet’in ikinci cildinin başlığının ‘Yaşanmışlıklar’ olması ve Beauvoir’ın kadınlar tarafından birinci ağızdan aktarılan tecrübelere bütün çeşitliliğiyle yer vermesi göz önüne alınırsa, bu çok ciddi bir suçlama.
Beauvoir, Durano’nun karşı çıktığı, günümüzde yaygın feminist mücadelelerin sembolü olarak gösterilmektedir: “Böyle bir mirasa sahip olduğuna göre, kadın özgürlüğü hareketinin doğum kontrolü ve kürtajı düstur edinmesi normaldir.”15
Durano’ya göre Beauvoir’ın kadın bedenine ait özgüllüğü bu şekilde olumsuz görmesi kendisinin doğru bir kadınsal özgürlük anlayışı olmadığını ortaya çıkarır: “Beauvoir kadınları bedenlerini reddetmeye ya da anneliği terk etmeye zorlamayan özgün bir kadınlık anlayışını hiçbir zaman ortaya koymamıştır.”16Durano bu manada, evrenselliği kadınların soyut özneler olmadıkça kendilerini özgürleştirmelerine olanak vermediği –kendi gerçekliğinden sıyrılmış, erkeklikle yarış halinde olduğu– gerekçesiyle Beauvoir’ın feminizmine karşı çıkar:
“Beauvoir’ın ortaya attığı tek özgürlük biçimi soyutlaştırmadır… Bizi yavaşlatan ve kendimizi tamamen tarafsız bir zihin –yani erkek zihni– kullanarak işimize adamamıza engel olan, dünyayı fikirlerimizle hâkimiyet altına alma uğraşımıza engel olan bu bedeni baskılamak”.17
Açık açık söylemese de yaratma ve yaradılış arasındaki klasik çatışma Durano’nun düşüncelerinde yer etmektedir. Beauvoir’a “erkek hamileliğini” genç bir kadına çekici gelebilecek tek özellik olarak gösterdiği için karşı çıkmaktadır. Bu deyiş, masasında yazılarını yazarken hamilelik öncesindeki tecrübelerini anlatan romancı Colette’e aittir. Durano iğneleyici bir şekilde yazmakta, hatta Beauvoir’a fallosantrizmi nedeniyle saldırmaktadır:
“Sonuç olarak Beauvoir’ın değer verdiği tek hamilelik, doğum yapmadan yazdığı cümleyi bitirmeyi kafasına koyan roman yazarı Colette’inkidir: ‘Bir erkek hamileliği’ der alaycı bir şekilde Beauvoir. Eğer hamileliği tiksindirici bir trajedi olarak yaşamak istemiyorsak bunu bir erkek ya da yırtıcı bir yaratık gibi deneyimlemeliyiz. Nasıl entelektüel bir güç gösterisidir bu! İşte fallosantrizmin boyutu budur! Erkek, kendisinin deneyimleyemeyeceği, kadının açıkça üstün olduğu tek eylemde dahi model alınmalıdır. Peki kimdir kadınlara hamilelik dersi verecek bu erkek? Doğurmadan önce sakince cümlesini tamamlayan, sayfasına virgül atarcasına doğumunu gerçekleştiren bir yazar. Beauvoir bir Sartre olarak doğmadığı gerçeğini asla tam anlamıyla atlatamamış belli ki.”
Ne var ki buna Beauvoir’ı dengeli okumak diyemeyiz. Durano’nun “alaycı” üreme şeklinde sunduğu olgu aslında Beauvoir’ın kendi sözlerine göre Colette’in arkadaşlarından birinin sarf ettiği sözlerdir. Dolayısıyla bu sözler basitçe tüm olguyu yok saymak yerine, annelik deneyimiyle eş zamanlı meydana gelecek bir kadınsal kendini gerçekleştirme olasılığını yansıtmaktadır.
Durano’nun bize göstermek istediği şey fallosantrik bir Beauvoir’dır. Filozofun daha radikal bir eleştirisini yapmak zor, ancak Durano daha da ileriye gider ve Beauvoir’ın eserlerinde görülen içkinik ve aşkınlık arasındaki ikiciliği “kadın düşmanı bir ikiciliğin” yansıması olarak tasvir eder.
Durano deneyim argümanını da bu amaçla kullanmaktadır. Kendisi savını fenomenoloji ve varoluşçuluk arasındaki felsefi çatışma üzerine, hayalî bir kadın öznenin farklı varyasyonlarını dahil ederek (eşit itibarı yansıtan evrensel bir özne yerine kendine has, erkek olmayan bir özne) kurar. Öyleyse daha geniş anlamda Durano’nun argümanı cinsiyetler arası ayrıştırılmış bir antropoloji ve özellikle kadınsallığın varlıkbilimsel olarak ifade edilmiş bir görünümü tarafından yürütülmektedir.
Böylelikle Durano ve Bastié gibi entelektüeller Beauvoir’ı, kendi ortaya attıkları ve destekledikleri kadınların niteliksel ve bedensel gerçeklikleri bağlamında, kadınları yok sayan feminizmi nedeniyle bir feminist ve düşünür olarak reddederler. Ancak birazdan da göreceğimiz gibi, bu ikili Beauvoir’ı yalnızca kendi konumlarını korumak için kullanmaz, aynı zamanda onu sahiplenirler.
Beauvoir’ı ve düşüncesini sahiplenmek
Polony İkinci Cinsiyet hakkında “artık ortada olmayan bir insan türüyle uğraşır” ancak yine de “var olmuş en iyi analizdir” sözlerini öylesine yazmamıştır. Bu demek oluyor ki, Polony bir anlamda Beauvoir’ı desteklemektedir. Durano ve Bastié de aynı konumdadır. Durano kendi yazılarında felsefeye olan eğiliminin Bir Genç Kızın Anıları’nı okumaktan geldiğini söyler. “Bir Genç Kızın Anıları hayatımı değiştirdi: kendimi felsefeye adamam Simone de Beauvoir sayesindedir.”18 Adieu Mademoiselle’de Bastié, Beauvoir’ın özgürlüğünü övmektedir:
“Simone de Beauvoir’ın tüm çalışmalarında en ilgi çeken şey burjuvazi düzeninin ahlaki gerçekçiliğini inatçı bir şekilde reddedişi ve özgürlük için dinmek bilmeyen açlığıdır. Kunduz eserini okurken insan dehasının tarihin kontrolünü ele alma çabasına, akıntının yönünü değiştirme uğraşına ve çağının bütün önyargılarından sıyrılmasına tanıklık ettim.”19
Bu ve benzeri metinler Bastié’nin Beauvoir’a bir feminist olarak karşı çıkışına rağmen onu özgür ve entelektüel bir kadın olarak takdir edişinin bir yansıması olarak görünmektedir. Bastié’nin hayranlığı, özellikle İkinci Cins de dahil olmak üzere, kitapla ilgili önceki eleştirilerine rağmen “Simone de Beauvoir’ın tüm çalışmalarına” uzanır. Hatta bununla kalmayıp Beauvoir’ın dehasını yalnızca bir kadın olarak değil, bir insan olarak –Bastié’nin tipik kadınsı özgüllük takıntısına zıt olarak– tanımlar. Bastié daha da ileri giderek Beauvoir ve kendisinin mirasını sahiplenenler arasındaki karşıtlıktan da dem vurmaktadır. Örneğin Beauvoir’ın mirasının kendisinin sözde vârislerinde görülen gerici öfkeyle alakası olmadığını savunur:
“Bugün vârislerinin Caen’de sergilenen Times Meydanı’nda öpücük heykeline [koşulsuz teslimiyet] “cinsel saldırı temsilinde” bulunduğu için yasak getirmeye çalıştıklarını ya da Fragonard’ın Kilit eserine tecavüzü destekliyor diye sansür getirilmesini istediklerini görseydi ne derdi Beauvoir?”20
Bu satırlar Adieu Mademoiselle’nin başlarında, “Beauvoir’ın Gülüşü” alt başlığıyla önsözde bulunmaktadır ki, bu bölüm Bastié’nin “İkinci Cinsiyet, ‘neofeminizm’ tarafından yaratılan tüm sorunların kaynağını oluşturmaktadır” iddiasından sonra gelir. Bastié’ye göre – istatistiklerin loş ışığıyla aydınlatılmış özgür bir kadın çizgisine sahip– Beauvoir, bütün olan biteni –taraftarlarının eşitliği titizce ölçmek için hesap makinelerini çıkartmalarını– gülünç bulurdu (aynı yazıda, 18). Buna karşın Bastié kendisini “hammaddesi edebiyat olan” Beauvoir’la aynı çizgiye çekmekte. Bastié şu sonuca varır: “Beauvoir’ın gülüşünü duyuyorum ve bu sayfaları ona adıyorum.”21
Bu tür kışkırtmalar şüphesiz Beauvoir’ın bir filozof ve yazar olarak tanınırlığının bir ölçüsü. Bu onaylama kendisini bir aydın olarak tanıtmak isteyen genç bir kadın için gerekli olabilir: Bir düşünce öznesi olarak var olduğunu savunan bir kadın birey, kendi kadınlığına karşı ne konumda olursa olsun, kabul de etse, ret de etse bu konumu kabullenmelidir, zira “kadın aydın” deyişi tarihsel olarak da birbiriyle uyumsuz iki kelime içermektedir.22
Bu anlamda özellikle hatıraları olmak üzere Beauvoir’ın çalışmalarının altını çizerek Bastié ve Durano kadınlar arasında paylaşılan bir deneyimi gün yüzüne çıkarmaktadır. Durano sıkça Marx, Beauvoir ve Foucault ile “yetiştirildiğini” savunsa da, kendisinin Beauvoir’a atıfta bulunuş şekli muhafazakâr ve tepkici aydınların sol görüşlü düşünürlere sıkça duyduğu hayranlığın bir yansıması olabilir.23
Bu aydınlar muhtemelen Beauvoir’a değer verme konusunda tamamıyla samimiyetsiz değil. Ancak feminist bir bakış açısından görüldüğünde ona hitap ettikleri karmaşık biçim, onların Beauvoir’ı kullanırken ortaya çıkardığı stratejik boyutu ve daha geniş manada antifeminizmin sesini duyurmak için günümüzde kullanabileceği metotları gün yüzüne çıkarmaktadır.
Antifeministlerin dolambaçlı feminizm stratejisi
Polony’nin “İkinci Cinsiyet, “artık var olmayan bir insan üzerine bugüne dek yapılmış en iyi analizi yapmıştır” söylemine geri dönmek istiyorum. Söylemsel bir bakış açısından bu cümle bir belirsizlik göstermekle kalmıyor, aynı zamanda Beauvoir’ın mutlak bir kabulünü ve mutlak bir reddedilişini gösteriyor.
Bekleneceği üzere aynı durumu bu “yeni” muhafazakâr kadın aydınların söylemlerinde de görüyoruz. Bu onların, feminist tartışmalarda rol almak isteyen herkesin kendisine Beauvoir’a göre bir konum belirlemesi gerektiğine olan inançlarını gösteriyor. Bu makalenin başında bu kadınların Beauvoircı feminizmi reddettiklerinin altını çizmiştim. Ancak onların Beauvoir’ın feminist düşüncesini, duruşunu ve daha geniş anlamda çalışmalarını kendi yordamlarıyla, kendi amaçları için kullandıklarından da bahsetmiştim.
Beauvoir’ı feminist bir dayanak noktası olarak kullanma ihtiyacı Limite’nin editör kadrosundan bir başka kişinin, La Vie’de de gazetecilik yapmakta olan Mahaut Hermann’ın çalışmalarında da görülüyor. Hermann’ın İkinci Cinsiyet’e karşı stratejisiyse meslektaşlarından farklı. Kendisinin yaklaşımı Limite’nin “bütüncül feminizme” adanmış bir sayısında yayımlanan Doğum ya da Yaşam: İhtiyaç Sahibi Anneler İçin Sığınma Evinden Bir Rapor24başlıklı makalesinde görülüyor.
Durano İkinci Cinsiyet’te Beauvoir’ın kadın bedenselliğinden iğrendiğini savunurken Hermann bunun yerine kürtajı “sınıfsal suç” olarak tarif eden bir paragrafa odaklanıyor.25 Paragrafı özetlediğini kabul etse de, Hermann, Beauvoir’ın kürtajdan bahsettiği birçok sayfayı da bir kutucukta sunulmuş birkaç cümleye indirgiyor ve özellikle erkeklerin sorumluluk anlayışında eksiklikler bulunduğunun altını çizdiği yerlere değiniyor.
Hermann’ın bu alıntıyı görüldüğü şekilde kullanması ne anlama gelir? Onun amacı kendisini Beauvoir’a göre konumlandırmaktır – daha geniş anlamda, burada bahsettiğimiz yeni nesil de dahil olmak üzere muhafazakâr kadınlar için iyice anlaşılmış bir ihtiyaç. Bunu Bastié ve Durano’nun aynı sayıda yayımlanan “Bütüncül Bir Feminizm İçin Manifesto”sunu inceleyerek gösterebiliriz. Beauvoir’ın manifestodaki varlığı onu reddetmeyi ve ona el koymayı amaçlayan söylemsel stratejinin yakından görülebilen bir örneğidir. Bunun daha yakın bir incelemesiyse elzemdir.
Manifesto İkinci Cins’ten kalın harflerle yazılmış bir alıntıyla başlar: “Geleceğin annesi doğa tarafından kapana kıstırılmış halde, bir bitki, bir hayvan, bir koloitler topluluğu, bir kuvöz, bir yumurta haline gelmiştir.”
Bastié ve Durano halihazırda anneliğin bu indirgenişine karşı çıkmıştır. Şaşırtmayacak şekilde burada da kendilerini tekrar ederler:
“Simone de Beauvoir’ı takip ettiğimiz kırk yılda varoluşsal feminizm kadın bedenine haset üzerine kurulmuştur. ‘Hayatı tekrarlama eylemiyle sınırlandırılmış’ kadın sözüm ona rahmine bağlı, onun tarafından türünün geleceğine zincirlenmiştir. Bu ‘kadınsal hizmetkârlıktır’ ve bundan kurtuluşumuz yabancılaştırıcı bu doğamızın üstesinden gelmektedir. Ancak kadını kendisine zincir vuran şeyler üzerinden tanımlarsak kendisinin özgürlüğü yalnızca kendi yok oluşundan gelebilir. Bu feminizm türünün ilk paradoksu da budur: Savunmak istediği objeyi yıktığını iddia eder.”
“Bu şekilde bir feminizm” –diğer bir deyişle Beauvoircı feminizm– kadınsal nitelikleri reddettiği ve kadınları kendi doğalarından kurtarma iddiasıyla daha da yabancılaştırdığı için kınanır. Ancak halen eğitimdeki bu iki “feminist” Beauvoir’a yalnızca saldırmakla yetinmez:
“’Kişi kadın doğmaz, kadın olur’: Kuir kuramının bileşenlerinden olan bu klişe söz çoğunlukla şu soruyu da beraberinde getirir: ‘Neden olalım ki?’ Her şey halihazırda inşa edilmişse hepsi yıkılıp yeniden yapılmalıdır. Ancak biz inanıyoruz ki kadınlık bir hizmetkârlık biçimi değil, bir öğrenme sürecidir; itaatkârlık değil, tatmin hissine erişmektir; bir engel değil, bir basamaktır. Gelin bu formülü harfiyen alıp bütüncül bir şekilde kadın olalım.26 “Kadın olmak” yalnızca duygusal bir slogan değildir. Bunu yapmak için varoluş biçimimizi, toplumsal, ekonomik, ekolojik ve politik devrimimizi tümüyle baştan düşünmemiz gerekmektedir.”
Bastié ve Durano tarafından sunulan Beauvoir’ın cümlelerinin yorumlaması, “bir kadın haline gelmek”, kadınlığı öğrenmede gerekli bir süreçtir ve özgüllük olarak algılanır. İkiliye kalırsa Beauvoir’ın cümlesini tersine çevirmek, onu yeniden yorumlamaktır Biz ise bunu bir gasp eyleminden başka bir şey olarak göremeyiz. İkilinin amacı Beauvoir’in mirasında bir yer edinmek değil, kendilerini bu mirasa karşı konumlandırmak ve feminist ya da cinsiyet tartışmalarından kendilerine yer edinmektir.
“Bütüncül Bir Feminizm İçin Manifesto”, Beauvoir’ın kadın bedenselliğini ve anneliği reddettiği bir paragrafı alıntılayarak başlar. İkilinin İkinci Cinsiyet’in ikinci cildinin açılış cümlesini destekleyiş biçimi de aynı şekilde sunulur. Beauvoir’ın cümlelerinin anlamını kavradığımızda kullanılan biçim bir karşıtlık ortaya çıkarır ve Beauvoir’ın stratejik olarak kullanıldığı aşikâr hale gelir. Savlarıysa açık bir şekilde yine ironiktir: Bastié ve Durano kendi yorumlamalarının kendilerini Beauvoir’ın mirasçıları olarak görenleri rahatsız edeceğini bilir – hatta belki de amaçları da budur.
Bu ironi yanlış yorumlamalarının gösteriliş biçimiyle de sağlamlaşır. Yazarlar kullandıkları kelimelerin anlamlarını pekâlâ da bilmektedir. Beauvoir’ın cümlesini “klişe” –yaygın kullanılmış, “duygusal bir söylem”– olarak tasvir eder, bu şekilde alışılageldik yorumlanış biçimine saldırmış olurlar. Sahici anlamıyla bir deyişe, onu yanlış göstererek katkıda bulunduğunu iddia etmek gerçekten de ilginçtir.
Biz bir gerçeklikle –neredeyse bunu ironi kullanımıyla itiraf eden bir gerçeklikle– uğraşıyoruz. Bu imkânsız olsa da gerekli olduğu için meydana gelir ve bu meydana geliş hem gerekliliğin hem de imkânsızlığın farkında olarak, antagonistik bir stratejinin parçası olduğu için gerçekleşir. Bastié Adieu Mademoiselle’in başında bizi bu konuda Beauvoir’ın sözlerini kullanarak uyarmaktadır. Bastié kendisini bir feminist olarak değil, özgür, entelektüel bir kadın olarak Beauvoir’ın vârisi saymaktadır:
“Kadınlar hakkında bir kitap yazmadan önce uzun süre tereddüt ettim. Bu konu özellikle kadınlar için rahatsız edici ve yeni de değil. Feminizm hakkında tartışmalar adına yeterince mürekkep döküldü; neredeyse sonu geldi bu tartışmanın: Artık bunları konuşmayalım.” 1949’da yazılan bu sözlerle Simone de Beauvoir meşhur eseri İkinci Cinsiyet’i bu sözlerle açtı ve… cesurca ifade etmek gerekirse… feminizm amaçladığı işi tamamladı. Hep birlikte teşekkür edelim sana Beauvoir ve “artık bunları konuşmayalım”. Ancak neofeminizmden kurtulmamız için hangi duvarın yıkılması gerekecek? Hangi muhalif, sıradan tepkicilik ve kullanışlı ahmak rolünü oynamayı kabul etmediğimiz sürece bize karşılık vermeyen, kurumları ve zihinleri yöneten bu sistemin ölüm çanlarını çalacak?”27
Durano ise Beauvoir’ın kabul ve reddinin belagatle beraber var olabileceğini mükemmel bir şekilde gösterir. Kendisi pekâlâ bir filozof, Bir Genç Kızın Anıları’nın yazarı olarak Beauvoir’a hayranlık duyabilir. Ancak bu oldukça radikal bir şekilde Beauvoir’a zarar verecek bir hamlenin parçasıdır:
“Bir Genç Kızın Anıları hayatımı değiştirdi: Kendimi felsefeye adamam Simone de Beauvoir sayesindedir. İkinci Cinsiyet şahane, insanın içine işleyen ve ustalıkla yazılmış bir kitap. Bir nesle sağlıklı bir şok etkisi yaşattı. Ancak en iyinin yozlaştırılması olabilecek en kötü şeydir ve kanımca bu kitap kadınların çektiği çoğu çilenin temelini oluşturmaktadır. Her şeyden önce organik bir şekilde konumlanmış ateist varoluşçuluğun sorunlarına 20. yüzyıla uydurmak için perde değiştirtmek bir tarih hatası ve felsefi bir sapkınlık olduğu için… Kadınları yabancılaştıran artık ev değil, onlara nefes aldırmayan tekno-kapitalist sistemdir.”
Bu örnek göstermektedir ki, söz konusu yazarların kendilerini Beauvoir’a göre konumlandırmaları her zaman onu hem ret hem de kabul eden bir hitabet şeklinin parçasıdır. Bu reddin etkileri açık bir kabul edişten sonra geldiği için çok daha güçlüdür. Polony’de olduğu gibi, hatta daha da güçlü bir şekilde, Beauvoir’ın analizi Durano’nun burada “ateist varoluşçuluk” diyerek nitelediği bir geleneğin parçası olarak tarihsel bir yanılgı ve felsefi bir sapma olarak ele alınır.
Bu bizim bu imkânsız kucaklaşmanın çoğunun sebeplerini ve belki de Durano ve Bastié’nin kadınsı özgüllüğü kutlayış biçimlerini anlamamızda yardımcı olur: Yazarlar Beauvoir’ı yalnızca cinsiyetler arası bütün farkları reddeden bir evrenselliği temsil ettiğinden dolayı değil, aynı zamanda Katolik aydınların gözünde açıkça savunulamayacağı için reddederler.
Sonuç
Beauvoir böylelikle cinsiyet ve feminizme dair sorunlarıyla –geniş anlamda muhafazakârların ve daha dar anlamda kadın muhafazakârların büyük bir rol oynamak istediği sorunlarla– ilgili olası konumları şekillendirmeye devam ediyor. Durano ve Bastié’nin cinsiyet kuramı tartışmaları ve eşcinsel evlilik karşıtı Veilleurs hareketinin bir parçası olan Manif Pour Tous’un kuruluşu sırasında aktif entelektüeller haline gelmeleri şaşırtıcı değildir.
İkilinin Beauvoir’la olan ilişkisi kısmen bir kadın aydın olarak var olabilmeleri için kendilerini önemli bir kadın figüre karşı gösterip, onunla yüzleşip onu alt etmelerinin gereklilik olmasıyla açıklanabilir. Ancak her şeyden önce sorun politiktir. Bastié, Zemmour’un “Simone de Beauvoir’a güle güle deyin” tavsiyesini uygulamış mıdır? Kendisi gibi muhafazakâr bir yazar olan Laetitia Strauch-Bonart’ın Erkekler Gereksiz mi?başlıklı kitabına bulunduğu atıfa bakarsak öyle görünüyor. 24 Mayıs 2018’de Bastié, StrauchBonart’ın Beauvoir’a yönelttiği bir eleştiriye tweet’inde yer verdi:
“’Hiçbir kadının evde kalmasına ve çocuğunu yetiştirmesine izin verilmemeli. Toplum tümüyle bundan farklı olmalı. Kadınlar bu seçime sahip olmamalı, çünkü bu seçim var olursa pek çok kadın bunu seçecektir.’ Bu baskıcı bir düşünce değil midir?28
Bastié, Strauch-Bonart’ın bu sözlerini şöyle aktarmıştır:
“Strauch-Bonart’ın kitabında Beauvoir’ın yazdığı şu korkunç cümleyi okudum: ‘Hiçbir kadının evde kalmasına ve çocuğunu yetiştirmesine izin verilmemeli.’ ‘Birileri onu özgür olmaya zorlamalı’… Sol düşüncenin Rousseaucu yapısı.”
Beauvoir’ı açık ve kesin olarak reddeden bu gönderi ayrıca muhafazakâr düşüncenin tipik davranışı olarak Aydınlanma çağına saldırır ve doğrudan ama üstü kapalı şekilde sağcı görüşü destekler. Bu yukarıda karşılaştığımız hamlelerle, daha diyalektik görünen ve Beauvoir’ı hem kabullenip hem de reddeden hamlelerle çelişir. Bunu Bastié’nin artık yukarıda tartışılan önceki kullanımlarına kıyasla, İkinci Cinsiyet’in ikinci cildinin açılış cümlesini daha açık bir şekilde reddedebilmesinden anlarız.
Bir kez daha provokasyonu deneyen Bastié, Beauvoir’ın deyişinin “feminizmin sloganı” haline gelmesinin, bu sloganın erkeklere de uyabileceği gerekçesiyle “garip” olduğunu söyler. Kendisine göre erkeklik, “kadınların bedeni bir hatırlatıcı gibi çalıştığı için daha az karmaşık” olan kadınlıktan da fazlasını öğrenmektir ve kadınlar bir “kader” olarak değil, bir “potansiyel” olarak annelik konumunu almalıdır.29Benim görüşümce bu “yeni” muhafazakârlar Beauvoir’ın daha yeni, daha üstü kapalı eleştirilerine yönelmeye devam edecek ve bu onların Beauvoir karşıtlığının bir itirafı ve bir anti feminizm türü olarak gün yüzüne çıkacaktır.
Bastié, Eugénie, Adieu mademoiselle: La défaite des femmes, Paris: Le Cerf, 2016
Zemmour, Eric, “Il faut dire adieu à Simone de Beauvoir”, Figaro Vox, 2016
Beauvoir, Simone de, Mémoires d’une jeune fille rangée, Paris: Gallimard, 1958, s. 197.
Polony, Natacha, L’Homme est l’avenir de la femme, Paris: JC Lattès, 2007, s. 30.
Bastié, Eugénie, Adieu mademoiselle: La défaite des femmes, Paris: Le Cerf, 2016, s. 15.
Bastié, Eugénie, Adieu mademoiselle: La défaite des femmes, Paris: Le Cerf, 2016, s. 51-2.
‘À propos’ bölümünde Philitt dergisi editörleri (Philosophie, littérature et cinéma) “antimodern” sıfatı hakkında, “bu görüşlere sahip olan, takdir ettiğimiz çok kişi olsa da, bizim muhafazakâr, tepkici ya da gelenekselci olduğumuz anlamına gelmez” açıklamasında bulunmuştur. Bu kategorik ayrımların hepsi, inkâr ve kabul muhafazakâr söylemin tipik bir örneğidir ve dergiyi böyle tanımlamamıza yardımcı olur.
Eugénie Bastié, ‘L’égalitarisme, c’est la mort de la littérature’, Philitt, 2016. Çileden çıkaran “Vahabi-feministler” deyişi Bastié’nin feminizm ve İslamcılık arasında suç ortaklığı olarak gördüğü şeye atıfta bulunur – Vahabilik Selefiliğe yakın görüldüğü için. Bastié sıklıkla neofeministleri saf, dogmatik ırkçılık karşıtlıklarıyla İslamcı düşüncenin oyununa gelmekle suçlar.
Feminizmin antifeministlerce stratejik kullanımı için ayrıca bkz. Christine Bard, ed., Un siècle d’antiféminisme (Paris: Fayard, 1999); Juliette Rennes, Le mérite et la nature: Une controverse républicaine: L’accès des femmes aux positions de prestige 1880-1940 (Paris: Fayard, 2007); Diane Lamoureux and Francis Dupuis-Déri, eds., Les antiféminismes: Analyse d’un discours réactionnaire (Montréal: Les Éditions du Remue-Ménage, 2015).
Limite: Revue d’écologie intégrale, 2017, s. 56-9.
Bastié, Eugénie, Adieu mademoiselle: La défaite des femmes, Paris: Le Cerf, 2016, s. 67.
Marianne Durano, Mon corps ne vous appartient pas: Contre la dictature de la médecine sur les femmes (Benim Vücudum Sana Ait Değil: İlaçların Kadın Üzerindeki Diktatörlüğüne Karşı), 2018.
a.g.e., s. 264.
a.g.e., s. 264.
a.g.e., s. 269.
a.g.e., s. 270.
a.g.e., s. 270.
Durano, Marianne, “Défendre un féminisme qui considère la femme entièrement”, Figaro Vox, 2017.
“Le Castor”, yani “Kunduz”, René Maheu tarafından bulunan, Simone de Beauvoir’in takma ismiydi – ed. Bastié, Eugénie, Adieu mademoiselle: La défaite des femmes, Paris: Le Cerf, 2016, s. 17-18.
Bastié, Eugénie, Adieu mademoiselle: La défaite des femmes, Paris: Le Cerf, 2016, s. 18.
a.g.e., s. 19.
Kadınların birer aydın olarak var olmada karşılaştıkları güçlükler için ayrıca bkz. Michèle Le Doeuff, Hipparchia’s Choice: An Essay Concerning Women, Philosophy, etc. (New York: Columbia University Press, 2007) and The Sex of Knowing (New York: Routledge, 2003); Nicole Racine and Michel Trébitsch, Intellectuelles: Du genre en histoire des intellectuels (Brussels: Editions Complexe, 2004); Eve Gianoncelli, La pensée conquise: Contribution à une histoire intellectuelle transnationale des femmes et du genre au XXe siècle(PhD diss., University of Paris 8 Vincennes Saint-Denis, 2016).
Bunun apaçık çağdaş bir yansımasını “Nouvelle Droite”nin sol görüşlü düşünürlere ve onların “meta-politik” stratejilerine yaptığı ve “kültürel hegemoniyi” amaçlayan, Gramsci’nin düşüncelerinin yeniden yorumlanmasına dayanan atıflarda görürüz. Fransa’da bu hareket Alain de Benoist etrafına kurulmuştur ve bu yeni nesil muhafazakâr aydınlar beklendiği üzere onlarla diyalog içerisindedir.
Mahaut Hermann, ‘Les couches ou la vie: Reportage dans un foyer d’accueil pour mères en difficulté’ (Doğum ya da Yaşam: İhtiyaç Sahibi Anneler İçin Sığınma Evinden Bir Rapor), Limite 8’de (October 2017): s. 74-7.
Beauvoir, Simone de, 2009 [1949], The Second Sex, Constance Borde and Sheila Malovany-Chevallier tarafından çevrildi. London: Vintage Books, s. 600.
Orijinal metindeki vurgu.
Bastié, Eugénie, Adieu mademoiselle: La défaite des femmes, Paris: Le Cerf, 2016, s. 9-13.
Strauch-Bonart, Laetitia, 2018, Les hommes sont-ils obsolètes? Enquête sur la nouvelle inégalité des sexes, Paris: Fayard, 2018, s. 146.
Bastié, Eugénie, 2018, Le porc émissaire. Terreur ou contre-révolution, Paris: Le Cerf, 2018, s. 149-50.
Published 30 July 2021
Original in English
Translated by
TANAY KAVLAK
First published by Sens Public 2019/3 (No. 25-26) / K24 (Turkish version)
Contributed by K24 © Eve Gianoncelli / Sens Public / K24 / Eurozine
PDF/PRINTPublished in
In focal points
Newsletter
Subscribe to know what’s worth thinking about.