“Dini coşkuyla”: Ateizmin Dört Atlısı ve Yeni Ateizm üzerine
Giovanni Tiso, “Yeni Ateistler” olarak adlandırılan Daniel Dennett, Christopher Hitchens, Richard Dawkins ve Sam Harris arasında 2007’de gerçekleşen meşhur tartışmanın kitap olarak yayınlanan metnini yorumluyor…
Yeni Ateistlere bir kez daha kulak vermenin vakti gelmedi mi? Daniel Dennett, Christopher Hitchens, Richard Dawkins ve Sam Harris arasında inanç üzerine, Washington DC’de, Hitchens’in konutunda gerçekleşen meşhur tartışmanın metnini bu yılın başlarında yayınladıklarına göre Penguin Random House yayınevi öyle düşünüyor olmalı. Başlık, bir zamanlar göz korkutucu şöhretiyle tanınan ikonoklast entelektüel dörtlüyü tarif etmek için kullanılan bir deyiş: Mahşerin Dört Atlısı. Ne var ki bu buluşmayı günümüzde, 2019’da tartışmak bazı soruları akla getiriyor. Bu, kitabın altbaşlığında geçtiği üzere tartışmanın sözümona –fitilini ateşlediği– “ateist devrim”in otopsisi mi yoksa bu yazarların zamanında elde ettiği kayda değer maddi başarıdan son bir kez nemalanma girişimi mi? Muhtemelen, her ikisinden de bir parça barındırıyor. Mahşerin Dört Atlısı’nı okuduktan sonra söylenenlerin ne kadar hızlı ve kötü biçimde eskidiği aşikâr hale gelmekte, bu da ortaya daha çok soru çıkarmakta: Bu derece apaçık kusurlu bir entelektüel çalışma, bu kadar çok insan arasında nasıl uzun zaman hâkimiyetini korudu? “Bilim” ve “akılcılığı” daha kapsayıcı ve ilerici bir politik söylem haline getirmek isteyenlerin çıkarması gereken dersler nelerdir?
Kitabı okumaya başladığınızda kulağınızı ilk tırmalayan, kendinden emin bir saldırganlık ve hırçın bir böbürlenmeden oluşan retorik oluyor. Atlıların başlıca kaygıları ikiye ayrılmakta: İyi niyetli hakikat arayıcıları olarak kendi itibarlarını korumak ve çoğunlukla hayalî olan düşmanı paramparça etmek. Tartışmaya konu olan ilk mesele ise “alınganlık”. “Dindar insanlar neden bu kadar hassas?” diye sormakta dörtlü. Neden bütün suç şüphesiz onlardayken bizim “katı, kibirli, iğneleyici ya da cırtlak” olduğumuzu düşünüyorlar? Richard Dawkins, “Dindar insanların sorunu herkesi Hıristiyanlığa döndürsün diye her hafta İznik amentüsünü okumaları,” diyor, “bir de bizi kendimizden çok emin olmakla suçlarlar”. Dennett ise şu sözleri dile getiriyor: “Dinler kendilerinin eleştirilmesinin kaba bir dil kullanılmadan yapılmasını imkânsız hale getirmenin yollardını buldular.” Harris’in cevabı şu: “Eleştirilerimiz aslında bundan daha karmaşık. Biz yalnızca insanları gücendirmiyoruz, aynı zamanda onlara gücenmekte hatalı olduklarını söylüyoruz” Dennett yine söz alıyor: “Ve şunu birine kibarca söylemek mümkün değildir…” Harris neşeyle cümlenin sonunu getiriyor: “Hayatını boşa harcadın!”
Unutmayın ki bunlar kendilerine kibirli denmesine inanamayan dört yetişkin insan. Dörtlünün neredeyse destansı öz-farkındalık eksikliği, dalga geçerek insanların en çelişkili inançlarını yıkma hakları olduğuna dair Hitchens’ın önermesinde toplanıyor. Hatta Hitchens törenle ilan ediyor: “Bence bunu yapmak zorundayız.”
“İnsanların inancını dalga geçerek yıkmak” kulağa “Yeni Ateizm” deyişinin çağrıştıracağı kadar ihtişamlı ve takdir görecek bir şey gibi gelmese de, en azından gerçeğe daha yakın durmakta. Şimdi bu hareketin dumanı tüten kalıntılarını incelerken bütün bu yaygaranın ne için çıkarıldığını ve yazarların milyonlarca kitap satmak uğruna dinî inançları ve insanlık tarihini böyle yanlış bir kalıba nasıl güzelce sığdırdıklarını merak edebiliriz. Ancak Yeni Ateizm asla inanç ya da ateizme dair bir şey olmamıştı zatenı. Asıl amaç Batı emperyalizmine yenilenmiş bir meşruiyet sağlamak için Batı kurum, kuruluş ve toplumlarında yerini koruyan dinî inançlara rağmen Batı kültürünün üstünlüğünü kanıtlamaktı. Dört atlıdan üçünün en başta Irak savaşına karşı olması bir şey değiştirmez, çünkü onlar her zaman İslam’a karşı bir savaş halindeydiler.
Her ne kadar, ileri yıllarda internet trolü olarak ortaya çıktığı son döneminde İslam’ı (‘bugün dünyadaki kötülüğün en büyük kaynağı’) esas hedefi olarak seçerek fazlasıyla yaklaşım değiştirecekse de, Dawkins’in bu konuya yaklaşımı nispeten daha ılımlıdır.
Irak savaşının destekçileri arasında bulunan ve 2011 yılında yaşamını yitirene kadar “Saddam’ın nükleer silahları vardı” mabedinde ibadet eden Hitchens ise dörtlünün en çok akılda kalan ve konumlandıkları yerin özünü ifade eden sözünü dile getirmiştir: “Bence halihazırda sekülerizmin gerçek savunucuları ve asıl düşmanla savaş halinde bulunanlar bir bizleriz, bir de 82. ve 101. hava indirme bölükleri…”
Bunu belirtmeye neredeyse gerek bile yok, ancak yine de bir dipnot olarak 82. ve 101. bölüklerin Afganistan ve Irak’ta aktif görev almış iki hava indirme bölüğü olduğu bilgisini vereyim. “Dalga geçerek insanların inancını kırma” teşebbüsü, şakanın vurucu noktası parça tesirli bombalar olunca o kadar da neşeli ve masum görünmüyor.
Atlılar, İslam haricindeki dinlerle ya da genel anlamıyla inanç kavramıyla alay ederken çok daha az hevesli davranmalarına rağmen, psikolojik içgörüden yoksun olduklarını ve de alay öznesi haline getirmeden öteki insanların iç dünyalarını anlamaya en ufak bir istek duymadıklarını her fırsatta ortaya koyuyorlar.
Dawkins tartışmanın en tatsız anlarından birinde dindar insanların içten içe bir inanca sahip olmadığını, yalnızca bir mantra gibi “inanıyorum, inanıyorum, inanıyorum!” sözlerini tekrarlayıp durduklarını ileri sürüyor. Dennett’in tüylerinin diken diken olması için, “Pazar günlerinde çiyli çimenler üzerinde diz çöküp donmuş bir şelalenin başındaymışçasına ruhunu İsa’ya verebileceğini ve pazartesi günü kendine fizik genetikçisi diyebileceğini” düşünmekle eleştirdiği, İnsan Genomu projesi liderlerinden, bilim insanı Francis Collins’in adını duyması yetiyor. Collins’in gayet görünür şekilde dinî inançları ve bilimsel çalışmalarını beraber yürütmeyi başardığı gerçeği dört atlıdan hiçbirinin durup düşünmesine neden olmuyor; benzer şekilde, inançları sayesinde yardımseverlik eylemlerine yönelen insanlar (ki bu doğru şeyi yanlış sebeplerle yapmaktır ve bırakın övülmeyi, zar zor tolere edilmelidir!) üzerine düşünmeye de pek vakit ayırmıyorlar.
Diğer bir deyişle, dörtlü asla din, akıl ve ahlak kavramlarının mutlak suretle birbirinden ayrı olmayabileceği ihtimalini ve dinin bu iki kavramın tarihsel gelişimine katkı sağlamış olabileceğini ciddi bir şekilde değerlendirmiyor. Ateizm üzerine çalışmalar yürütmüş akademisyen John Gray’in de dediği gibi, “Örneğin insaniyetin, kolektif bir kimliğe sahip olduğu fikri esasında dinî bir fikirdir – bunu öğreniş şeklimiz dinseldir”.
Dörtlünün atılgan yorumlarının ardında neredeyse size gardınızı düşürtecek bir naiflik bulunmakta: Yeni Ateist dünya görüşünde fiziksel dünya bilim tarafından anlaşılabilir hale gelmiş, böylelikle inanç gereksizleşmiştir. Ancak dinî inançların toplumdan çıkarılması bu denli nezaketsiz bir yordamla yapılamaz. Jeff Sparrow 2015’te Guardian’da yayımlanan makalesinde şöyle yazmıştı:
“Dinî inancın özünü araştıracak olursanız, ânında pek çok alanda etkisini gösteren bir olguyla karşı karşıya kalırsınız. Belirli koşul ve durumlarda inanç; ahlâka, estetik değerlere, sosyal bağlara ya da kültürel davranışlara veyahut siyasi kimliğe ya da tarihî geleneklere, bunların farklı birleşimlerine ya da hepsine birden rehberlik etme görevi üstlenebilmektedir.”
Bilim harika bir şey olsa da, bize yukarıdaki olgular konusunda pek az yardım edebilmektedir. Gray’in zekice tarif ettiği, “Bilim kapsamında birikerek çoğalan bilginin etik ya da siyasette pek bir karşılığı olmayışı” hiç şüphesiz modernizmin ana sorunudur. Ayrıca hayır, felsefe tarihi üzerine yazılmış tüm metinlerde genel bir “bul-değiştir” metoduyla “kutsal”ı “seküler” ile değiştirmeniz sorunu çözmez.
Böylelikle dört atlı bize ilk bakışta gösterdiği, Yeni Ateistlerin çok da incelikli olmayan görüşlere sahip olduğudur. Tabii bu yine aynı soruyu ortaya atıyor: 18. yüzyıldan kalma, bu denli kaba yontulmuş bir bilimcilik şekli bu kadar geç bir aşamada nasıl olup da güçlü bir şekilde canlandı? Muhtemel bir açıklama yukarıda verilmişti: 11 Eylül’den sonra Batı, İslam’a savaş açmak için seküler bir bahane bulmalıydı – bu ihtiyaç ABD’de daha az olsa da yine de mevcut ve Hitchens tarafından Hıristiyanlık bağlamına sıkıştırılmış bir haldeydi. Bunun yanı sıra dörtlünün fikirlerine değil, fikirlerini sunuş biçimine bağlı olan başka nedenler olması da mümkün.
Dawkins, talihsiz bir şekilde “Dinlerin kibri, bilimin alçakgönüllülüğü ve ateizmin entelektüel ve ahlaki cesareti” başlığını verdiği kitabı için yazdığı yeni bir makalede, Dennett ve Deb Roy’un internet tarafından güdülenen ‘radikal şeffaflık’ın Darwinci sonuçları üzerine yazmış olduğu 2015 tarihli bir makaleyi alıntılamakta:
“Artık daha ileriyi, daha hızlı ve hiç olmadığı kadar ucuza ve kolayca görebiliyoruz – ve görünebiliyoruz. Ve sizinle benim gördüklerimizi, bilginin hem destek hem de köstek olabilen sonsuz aynalardan oluşmuş koridorunda herkesin de görebildiğini biliyoruz.”
Bu Dawkins’e rahatlık veriyor. Eğer ki sözde ekseriyet bakteri gibi basit bir şeyde davranışı regüle edebiliyorsa, kamusal hayatta ateistlerin artan varlığı ve onların sosyal medya tarafından görünebilir hale getirilmesi medenileştirici sonuçlar elde etmemizi sağlayabilir, çıkarımında bulunuyor Dawkins. “Muhakkak” diye ulaşıyor sonuca, “Yeni Ateizmin yükselişi büyük ölçüde ortak bilginin yayılması sayesinde sağlanmıştır.”
Dört Atlının konuşması Facebook, YouTube ve Twitter’ın bebeklik çağlarına denk gelmişti. Aradan çok zaman geçmeden Atlıların kitapları yalnızca televizyon programlarında ve üniversite kampüslerinde tartışılmayacak, insanlık tarihinin bilgi yaymak için en kayda değer araçlarına sahip olan internet kullanıcıları tarafından da benimsenecekti.
Baffler’a yazdığı ikna edici çalışmasında Alex Nichols –çoğunlukla erkeklerce benimsenen ve çoğunlukla çevrimiçi gerçekleştirilen– Yeni Ateizmi, 1990’larda internet sohbet odalarının zirve yaptığı zamanlardan, günümüzün Gamergate ve rakiplerini MANTIK ve AKIL yoluyla YOK ETTİKLERİNİ iddia ettikleri uzun uzadıya sıkıcı konuşmalarıyla (büyük harflerle yazılmış söz öbekleri kendi tarzlarıdır) Stefan Molyneux ve Ben Shapiro gibi muhafazakâr provokatörlerin zamanına kadar gelen bir süreklilik içinde ele almıştı. Atlılardan biri bu süregelişte dönüşümde yıldız oyuncu olmuştur. Nichols’un anlatımıyla:
“2011’de şüpheci blog yazarı Rebecca Watson YouTube videosunda, katıldığı ateizm konferansına katılan bir başka erkeğin kendisini gece saat 4’te randevuya çıkma teklifi yapmak için asansöre kadar takip ettiğini ve bunun doğal olarak kendisini nasıl rahatsız ettiğini anlattı. Bu, toplulukta daha sonra ‘Elevatorgate’ olarak hatırlanacak bir patlama yarattı. Watson’u taciz etme amacıyla bir forum kuruldu ve Dawkins bizzat kendisi bir yorum yazdı.”
Dawkins’in hayalî bir “Müslima” figürüne, şüpheci/ateist gruplarda ve daha geniş ölçüde Batı toplumlarında kadınların maruz kaldığı cinsiyetçiliği görmezden gelmek için kullandığı bir retorik ürününe yapılmıştı bu alıntıdaki referans. Bir kısmı şu şekildeydi:
“Mızmızlanmayı keser misin lütfen? Evet, evet, biliyorum cinsel organların bir jiletle kesildi ve… bu çok sıkıcı… ve biliyorum araba kullanmana, evinden bir erkek akraban olmadan çıkmana izin vermiyorlar ve biliyorum, kocan seni dövme hakkına sahip. Eğer kocanı aldatsaydın taşlanarak öldürülecektin. Ama lütfen mızmızlanmayı bırak, olur mu? Bir de zavallı Amerikan kız kardeşlerinizin çekmek zorunda kaldıklarını düşünün.”
Buna benzer varsayımsal bir kadın Mahşerin Dört Atlısı’nda da karşımıza çıkıyor. Makalesinde Harris bizden, şu anda anneleri Zika virüsü taşıyan bir sivrisinek tarafından ısırıldı diye mikrosefali yoluyla doğan tek yumurta ikizi Brezilyalı kızları hayal etmemizi istemekte.
“Anneyi birkaç ay önce henüz doğmamış kızlarına mutlu bir hayat sağlamak uğruna elinden gelen her şeyi yaparken düşünün. Nerede çalışıyor? Bir fabrikada. Ne sıklıkla dua ediyor? Muhakkak her gün. Ancak uyuduğu o kritik anda, belki de rüyasında, içinde yaşadığımız dünyadan daha iyisini düşlerken, bir sivrisineğin odasının açık penceresini bulduğunu düşünün. Açık koluna yavaşça konuyor. Her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve bütünüyle sevgi dolu bir Tanrı en ufak bir koruma hareketinde bulunacak mıdır? En ufak bir rüzgâr esinti bile yaratmaz. Sivrisineğin hortumu annenin derisini sorun yaşamadan deler. İnançlılar burada neye inanmalı? Bu insanların Tanrılarının, gerçekte varolsaydı bile olacağı kadar dikkatli olmadığının farkında olduklarından şüphelenebiliriz.”
Ben bu kısa hikâyeyi oldukça rahatsız edici bulmaktayım. Bu kıssadan ne hisse çıkarmamız gerekiyor? Bir sivrisineğin varolması ve birini ısırma isteği taşıması bu kadının Tanrısının gerçek olmadığını mı kanıtlıyor? Fabrikada çalışması inancıyla mı bağlantılı? Farkında olmadan ama yine de nihai olarak vaktini bilimsel ve tıbbi buluşları desteklemek yerine dua ile çarçur ettiği için kendi talihsizliğinin sorumluluğunu mu taşıyor?
Geriye kalan üç Atlının büyük kitlelerce takip edilme keyfi yaşadığı Twitter’ı düşünün. Twitter’ın herkesi herkesle iletişime geçirebilme olanağı sunması heyecan veverici. Ancak coğrafi ve toplumsal bariyerlerin görünürde kolayca silinmesinin bir bedeli de var. Twitter’da kimse kişisel ya da kolektif bir tarihe sahip değil – yalnızca çıkardığımız sesle varız orada. Kafa yormaktansa argümanı, anlayış ve iletişimdense hakareti tercih eden, tamamen hitabete dayalı bir alan bu. Eğer ki Yeni Ateistler gibi en karmaşık sorunların toplumsal bağlamlarından soyutlanıp ikili karşıtlıklara indirgenebileceğine inanıyorsanız, Twitter fikirlerinizi beyan etmek için mükemmel bir araç. İşte Yeni Ateist argümanlarının şeklinden kastettiğim bu: Sosyal medyanın mevcut işleyiş biçimine mükemmelen uyuyorlar. Dawkins bir tweet’inde “Dili kesin bir şekilde kullanır ve aklımda ne varsa onu söylerim” demişti. Eğer kendiniz ve dil hakkında bu kanıya sahipseniz, internetin mevcut halinin size bir toplumsal şeffaflık ve karşılıklı anlayış ütopyası olarak görünmesi işten bile değildir.
1927 tarihli, “Neden Hıristiyan Değilim” başlıklı konferansında Bertrand Russell ateistlerin düşünce yapısını tarif etmişti:
“Kendi ayaklarımızın üstünde durmayı, dünyaya âdilce ve doğrudan doğruya bakmayı istiyoruz – iyi ve kötü gerçekleriyle, güzellikleriyle çirkinlikleriyle görmek istiyoruz onu; dünyayı olduğu gibi görmek istiyoruz, ondan korkmak istemiyoruz. Bize salmış olduğu korkunun kölesi olmak istemiyor; dünyayı akıl ile fethetmek istiyoruz.”
Ben bu görevin hâlâ uğrunda çaba göstermeye değer olduğuna inanmak istiyorum, ancak bunun için iletişim araçlarımızda büyük değişikliklere gidilmeli. Şu anda hepimizin suyunu içtiği kuyu –Yeni Ateistlerin çok sevdiği bir metafor kullanmak gerekirse– komplocu düşüncenin asılsız mantığı ve şüphecilikten doğan önyargı tarafından zehirlenmiş durumda. Bunlar ekonomik ve toplumsal ilişkilerin sabit hızla çürüyüşünde birer etkendir. Ancak dünyayı akıl yoluyla fethetmek için birbirimize dair bilgilerimizi de artırmamız gerekir. Anlayış olmadan birliktelik olamaz, başka insanların nasıl yaşadığına –ve nelere inandığına– dair samimi bir merak olmadan da gelişme kaydetmemiz mümkün değil.
Published 30 July 2021
Original in English
Translated by
TANAY KAVLAK
First published by New Humanist Summer 2019 (English version) / O’r Pedwar Gwynt (Welsh version) / K24 (Turkish version)
Contributed by K24 © Giovanni Tiso / New Humanist / K24 / Eurozine
PDF/PRINTNewsletter
Subscribe to know what’s worth thinking about.