Dayanışma hakikaten küresel olmalı, herkes eşit bir partner kabul edilmeli. Bir kimlikler kitlesiyle iş göremeyiz, bunun yerine gerçek bir radikal eşitlik duygusu geliştirmeliyiz.

Süreyyya Evren: İsrail’in Lübnan’a son saldırılarına odaklanırken, aynı zamanda öncelikle 11 Eylül’den beri büyüyen “küresel kültürel kutuplaşmaları” tartışmak istiyoruz. Bu gelişmeyi nasıl yorumluyorsunuz?

Todd May: Bana şu anki mevcut durum oldukça kompleks görünüyor. Öncelikle, karşımızda sadece Arap dünyasına ve küresel Güney’e değil, aynı zamanda Avrupa’ya da karşı duran ABD/İsrail ekseni var. Sonra, Avrupa içinde kutuplaşmalar var, örneğin Fransa içinde beyazlarla Kuzey Afrikalılar veya Almanya’da beyazlarla Türkler arasında. Bunlar ulusal kültürel kutuplaşmalar. 11 Eylül öncesiyle süreklilik içindeki ekonomik kutuplaşmalar da var. Bu süreklilik ABD’liler hariç herkes tarafından fark ediliyor. ABD dışında yaşayanlar için 11 Eylül’ün daha saldırgan bir ABD dış politikasıyla karşılaşmak dışında o kadar da büyük bir belirleyicilik taşımadığını ABD’liler anlayamıyor gibi. Kutuplaşmaların bu şekilde üst üste katlanması elitler arasında bizim sömürebileceğimiz ayrılıklar oluşturduğundan, örgütlenme için bir açıklık yaratıyor. Öte yandan, eğer bu açıklıktan yararlanacak olursak, kendi bölgeselciliklerimizin de üstesinden gelmemiz gerekecek. Dayanışma hakikaten küresel olmalı, herkes eşit bir partner kabul edilmeli. Bir kimlikler kitlesiyle iş göremeyiz, bunun yerine gerçek bir radikal eşitlik duygusu geliştirmeliyiz.

SE: Ve özellikle İsrail üzerinde duracak olursak: bu küresel kutuplaşma atmosferinde İsrail nasıl bir rol oynuyor?
TM: Bu sorunun cevabı ABD/İsrail ilişkisini nasıl gördüğümüze bağlı. Pek çok ilerici kimse ipleri elinde tutanın ABD olduğuna inanıyor. Ben İsrail’in de aynı ölçüde ABD politikası üzerinde etkili olduğuna, muhtemelen daha da fazla etkili olduğuna inanıyorum. Eğer bu ikinci düşünce çizgisini izlersek, bu durumda İsrail, ABD’nin dahi başa çıkması gereken düzensizleştirici bir faktördür. Bir yandan, ABD için bir sürü kirli işi görmekte örneğin Hizbullah’ı (ve beraberinde Lübnan’ı) yıkmaya çalışmaktadır. Bununla beraber, ABD sözkonusu kirli işlerin görülmesinin ardından İsrail’le birlikteliği dolayısıyla kendi zarar denetimini de yapmak, yani sebep olduğu zararla uğraşmak durumundadır. Genel olarak, İsrail büyük bir edimsel çelişki olarak duruyor diyebilirim: Filistinlileri sınırlarının içinde ve dışında baskı altında tutarken ve bölgeyi terörize ederken, dünyanın geri kalanına bir demokrasi feneri gibi sunuluyor.

SE: “İsrail ile Soykırım Arasındaki İlişki” (Birgün, 11 Ağustos 2006) başlıklı yazınızda “İsrail ile soykırım (holocaust) arasındaki söylemsel bağı kırmanın zamanı geldi, gerçekten geldi,” diyorsunuz. Doğrusu bu bağ (İsrail hariç) Ortadoğu’da zaten aslında pek de hayatta sayılmaz sanıyorum. Dolayısıyla öyle ya da böyle bu bağın Batı’da kırılmasından bahsediyoruz. Bu nasıl yapılabilir ve eğer bu bağ Batı’da gerçekten kırılırsa bunun olası sonuçları neler olabilir?

TM: Bunu Batı’da gerçekleştirmek için, iki uçlu bir strateji gerekli. Birincisi, İsrail’in yaptıklarının hesabını vermek durumunda olabileceği artık kabul edilmeli. İkincisi, bu kabul Yahudilere daha önce yapılanlar dolayısıyla herhangi bir özür dilenmeksizin gerçekleştirilmeli. Uzun zamandır İsrail’in davranışlarının bir Yahudi meselesi olmadığı konusunda ısrar ediyorum; bu bir insan hakları ve demokrasi meselesidir. Siyonist destekçilere ilk adım hakkını –İsrail ile Yahudi tarihi arasındaki normatif tarihi– vermeyi reddetmek, İsrail’e yönelik en ılımlı eleştirileri bile takip eden anti-semitizm suçlamasıyla çarpışmak için hayati bir öğedir. Bunun sonuçlarını öngörmek zordur. İsrail gerçekten insani davranış standartlarına uyacak olursa ABD’nin İsrail’e verdiği destek küt diye düşer. Yine de, bu ihtimal konusunda fazla iyimser olmamalıyız. İsrail yanlısı lobinin ABD parlamentosu üzerindeki etkisi çok büyüktür ve çoğu kez hafifsenmektedir.

SE: Küresel/kültürel kutuplaşmalar bütün siyaseti manipüle etmeye çalışıyor. Dünyanın çeşitli yerlerinde ‘öteki’ kabul edilenler için son derece bütüncül imgeler üretiliyor. Ve güvenlik paranoyaları, fobiler, milliyetçilikler vs. pek çok yerde artıyor. Bu genel olarak ‘sol’u nasıl etkiliyor sizce?

TM: Biraz kafa karıştırıcı. Bu tür yıkımların sola karşı sağcı bir öfke dalgası doğuracağı düşünülebilir. Şu âna kadar, böyle bir şey pek olmadı. Kitlesel gösteriler oldu elbette, ama özellikle ABD’de sürekli bir hareket ortaya çıkmadı. Bunun sebeplerinin iki yüzü olduğunu düşünüyorum. Birincisi, korku politikaları ABD’de ve Avrupa’da çok etkili biçimde kullanıldı. İnsanlar korkuyorlar ve onların korkuları siyasi bir felç lehine kullanılıyor. İkincisi, bir tür umutsuzluk duygusu mevcut. Bazı açılardan, ilk Körfez Savaşı’na uzanan kökler bunlar; solun Batı’nın askeri saldırısını durduramadığı, hatta yavaşlatmayı dahi beceremediği Körfez Savaşı’na uzanıyor. Bununla beraber, bir başka öğe daha var. Dinsel fundamentalizmin muhalif bir güç olarak yükselişiyle beraber, solun onlarla ilişkisi konusunda bir kararsızlık ortaya çıkmıştır. Bu kararsızlık makûldür, ama Batı solunu ya dinsel fanatizmi savunmak ya da hiçbir şey yapmamak ikilemiyle baş başa bırakır. Oysa üçüncü bir yol vardır –yukarıda bahsettiğim eşitlikten yana olanlarla bağ kurmak yolu. Bu daha uzun erimli bir projedir, ancak, bizi kovalayan korku duygusuyla ve umutsuzlukla başa çıkmamız gerekir.

SE: İsrail’in son saldırısı Amerikan toplumunda nasıl kavrandı? Amerikan toplumu içinde bugün var olan ana sosyal kutuplaşmalar nelerdir? Ve medya ve elitler bunları ne şekillerde sürükler?
TM: Kısa dönemde, Başkan’a artan bir destek oldu. Bu sonsuza dek sürmeyecektir, tabii. Ona destek sağlayan şey, çeşitli cephelerde işleyen ve medyanın da katıldığı bir korku tüccarlığı. İlla terörizmle ilgili olması gerekmiyor; homoseksüellik, göç ve geleneksel, din tabanlı ahlaki değerlerin çöküşü duygusu ile de ilgili olabiliyor. Bunların tümünün ortak noktası Öteki’den korkudur, sansasyonelliği dolayısıyla medya tarafından sürekli kaynatılan bir kazandır bu. Her ne kadar durum bu olsa da, medyayı her zaman elitlerle uygun adım gider diye görmemiz gerektiğini düşünmüyorum. Burada analiz biraz daha örtük olmalıdır. Siyasi elitlerin manipüle ettiği korkuyla medyanın içerdiği sansasyonalizm arasında bir uyuşma vardır. Bir araya geldiğinde, korku ve paranoya daha da güçlenir. Bu korku ve paranoya tarafından domine edilenler dışındakilerin, yani hemen hemen herkes dışındakilerin tümü kazançlı çıkar.

Published 6 August 2007
Original in English
First published by Varlik 9/2006

Contributed by Varlik © Süreyyya Evren, Todd May/Varlik Eurozine

PDF/PRINT

Read in: EN / TR

Published in

Share article

Newsletter

Subscribe to know what’s worth thinking about.

Discussion