"Biz Temeldencilik Karşıtları"
Richard Rorty'nin "Demokrasi ve Felsefe" makalesine bir yanıt
Tesadüfen, Kritika & Kontext‘in yıldönümü sayısı ziyaretim sırasında çıktı. Makaleler arasında Richard Rorty’nin de bir makalesi olduğunu görmek beni memnun etmişti. Makaleye verdiğim ilk tepkinin oldukça olumsuz olduğunu itiraf etmeliyim. Ben burada, felsefeye ve özel olarak bu disiplinin en görkemli metinlerinden birine duyduğum tutkuyu öğrencilerimde uyandırma uğraşı verirken, orada “felsefenin demokrasi için yersizliği konusunu işleyen” Rorty vardı. Tereddütlerimi duyan dergi editörü, makalenin aslen İran’da öğrencilerden oluşan bir dinleyici grubuna yapılmış bir konuşma olduğunu açıkladı. Bunu aklımda tutarak, daha yakından bakmak üzere makaleye döndüm ve “altmetin”i aradım. Kendime, Rorty’nin bu İranlı öğrencilere ne söylemeye çalıştığını sordum. Aklıma hemen iki şey geldi. Biri, bir yerlerde okuduğuma göre Ayetullah Humeyni’nin Platon’un eserlerine dair olumlu görüş bildirmiş olduğu, diğeriyse Devlet‘in akıl adına yaptığı gelenek eleştirisiydi. Geleneklerine ilişkin eleştirel bir anlayış için gerekli araçlara aç olan öğrencilere hitap etmekte olan ünlü bir felsefecinin, onları felsefi düşünüşü bırakmaya değil, ona sarılmaya teşvik etmesi gerekmez mi? Rorty gibi bir Platon eleştirmeninin, bu felsefe devinin eserlerinden neyin kurtarılıp neyin kurtarılamayacağı üzerine ciddi bir felsefi tartışma açması gerekmez mi?
Rorty örnekle mi öğretmeye çalışıyordu? Kendi toplumunun değerlerini eleştirmekle, dinleyicilerine kendi değerlerine yönelik eleştirel bir tavrın önemini mi göstermeye çalışıyordu? Yapmak istediği bu olsa dahi, ne yazık ki, Rorty’nin ne Amerikan siyaseti eleştirisine ne de Batı felsefe geleneği eleştirisine katıldım. Vurgusunu “siyası sağ”ın ekonomik tercihleri ve askeri duruşuna yaparak, onun toplumsal muhafazakârlığının yol almasını sağlayan güçlerin çözümlemesi namına çok az şey söylüyordu. Oysa, dindar sağın Amerikan siyasetindeki yükseliş nedenlerinden birinin, ne “liberaller”in ne de “solcular”ın, dinî aşırı tutuculuğa karşı yeterli bir ahlaki (felsefi) alternatif sunamamaları olduğu öne sürülebilirdi.
Dahası, Rorty’nin “Aydınlanma değerleri bütün Batıda hemen hemen hiç sorgulanmadan özümsenmiştir” iddiasına da katılmıyorum. Rorty, Fox haberlerine hiç göz atmamış mıydı? Eşcinsel evlilik, kürtaj ve “akıllı tasarım” tartışmalarını takip etmemiş miydi? Bu tartışmalar temel felsefi sorunları öne çıkarır ve felsefi üstünlüğe sahipmiş gibi görünenler genellikle muhafazakârlardır. Rorty’ye, Batı Aydınlanmasının, yol göstericiliğinin bir kısmını kaybettiği konusunda hak verilebilir. Hatta bu, savunucularının “felsefeyi bir kenara itmiş” olmaları gerçeğine bağlanabilir. Ancak benim, Rorty’nin bu gerçek karşısında duyduğu sevince katılmam mümkün değildir. Bana göre solun güncel temel tartışmalara katkıda bulunma yeteneğindeki düşüşün asıl nedeni, solun yeni sorular sormak ve eski soruları yeniden formüle etmek olan tarihsel rolünden vazgeçmiş olmasıdır.
Rorty’nin bu makalesindeki temel sorunu, dar “tarihselcilik” ve “temeldencilik karşıtlığı” anlayışlarıyla çalışmasıdır. Rorty’nin radikal kültürel ve tarihsel göreceliğini paylaşmadan, tarihin önemi ve onun “ortak ahlaki bilinç”in belirlenmesinde oynadığı önemli rol konusunda ona hak verilebilir. Ne, örneğin, Rorty’nin “[Avrupa Aydınlanması] laikleşme sürecini yaşamamış ülkeler için […] Batı felsefe tarihi faydalı bir çalışma alanı değildir” iddiasını haklı çıkarabilir? Rorty, bu ülkelerin faydalı biçimde felsefe çalışabilmeleri için laikleşmeyi beklemeleri gerektiğini mi söylemektedir? Batı felsefesi tarihinin başka yerlerdeki laikleşme süreçleri hakkında edecek önemli sözleri bulunmadığını mı? Yoksa, laikleşmenin bu ülkeler için istenen bir sonuç olmadığını mı? Tüm bu iddialar, eğer Rorty bunları öne sürdüyse, ciddi biçimde sorunlu olacaktır. Savunulamaz olduğunu düşündüğüm ilki dışındaki diğerleri, Batı felsefesinin reddini değil, ona bir ilgiyi gerektirir. Platon, Spinoza, Kant, Hegel, Nietzsche ya da hatta Habermas’ın eserlerinin, İran’daki öğrencilerle ya da geleneksel dini inançlarla modernitenin üzerlerinde uyguladığı baskı arasında bir uzlaşma sorununa yakalanmış herhangi başka bir ülkedekiler için yalnızca zayıf bir ilgi teşkil edebileceğini kabul edemem. Ancak Rorty’nin akıllı İranlı dinleyicilerinin, onun Batı felsefesini küçümseyen bu sözlerini ciddiye alacağından şüpheliyim. Bizim öğrencilerimiz gibi, muhtemelen onların da Batılı felsefeciler arasında kendi kahramanları ve kötü adamları vardır.
Slovak öğrencilerimle Platon’u tartışırken, direnişlerinin ya da daha kötüsü, aldırmazlıklarının Rorty’nin Kritika & Kontext‘te yer alan makalesini okumuş olmalarından kaynaklanıyor olabileceğine ilişkin tekinsiz bir hisse kapıldım. Sonuç olarak bu beni, Rorty’nin felsefe anlayışıyla olan anlaşmazlığımı netleştirmek zorunda bıraktı. Uzun süre Rorty’nin çalışmalarına hayranlık beslemiş ve onun felsefedeki özcülüğe duyduğu güvensizliği her zaman paylaşmış olmama rağmen, “temeldencilik karşıtlığı”nı kavrama biçimine razı olamayacağımı açıklamalıydım. Rorty’nin makalesi boyunca “felsefi temellendirme” eleştirileri bulunur ve Rorty, ister demokrasi ister daha genel olarak ahlak hakkında olsun, inançlar için güvenli ve kalıcı dayanaklar aramanın beyhudeliğini savunuyor gibidir. Bu bence felsefede takınılması faydalı olan bir tavır. Gelgelelim bu, insanların hayat “yapboz”larını bir tür rasyonel düzene sokma girişiminde bulunmayacakları ya da bu süreçte filozofların önemli rol oynamayacağı anlamına gelmez. Filozofların, bu girişimlerin yalnızca göreceli ve geçici olabileceğini gösteren rolleri büyük önem taşıyabilir. Filozoflar bunu, başarıları ve kayıplarıyla geçmişteki yapılış biçimlerine işaret ederek yapabilirler. Fakat kendi “içkinlik düzlem”lerinin tarihsel inşasına da yardım edebilirler. Diğer bir deyişle, insanların içinde yaşadıkları özel şartlar altında az çok yaşanabilir bir dünya görüşünü kendileri için nasıl yaratabildiklerini gösterebilirler. Neticede, Platon’un “İyi Formu”yla, Spinoza’nın “Tanrı”sıyla, Kant’ın “Aklın İdeali”yle öğretmeye gayret ettikleri bu değil miydi? Ve bu, çağdaş birçok “temeldencilik karşıtı” felsefecinin işaret ettiği yön değil midir?
Bu nedenlerle Rorty, temeldencilik karşıtlığında biraz fazla ileri gitmiş gibi geliyor bana. Siyasi, ahlaki ve sosyal görüşlerimize, geçici de olsa tutarlı temellendirmeler sağlayabileceğimizi ya da sağlamamız gerektiğini reddediyor. Bana göre, felsefe bu göreve önemli bir katkıda bulunabilir. Rorty “güneşin altında yeni şeyler” var derken elbette ki haklı, ancak bunların yeniliği tam da, halihazırda bildiklerimize ve henüz bilmediklerimize bağlı.
Başta belirttiğim gibi, Bratislava’dan ayrılmama az bir zaman kaldı. Bu satırları birkaç gün önce yazsaydım, eminim ki meslektaşlarımla tartışma olanağım olacaktı ve onların yorumlarından faydalanabilecektim. Durum böyleyken yalnızca, şayet yazdıklarımı okuyacak olursa Richard Rorty’nin, yorumlarımı sunuldukları arkadaşlık ruhu adına kabul edeceğini umabiliyorum. Aynı zamanda, Rorty’nin makalesinden önemli dersler çıkaran öğrencilerimin, benim makalemi “temeldencilik karşıtı” olmanın ne anlama geldiğine dair daha derin bir anlayış kazandıracak bir bakış açısıyla okumalarını diliyorum.
Published 10 July 2008
Original in English
Translated by
Esen Ezgi Taşçıoğlu
First published by Cogito (Turkey) 54 (2008) (Turkish version); Kritika & Kontext 34 (2007)
Contributed by Cogito (Turkey) © Belá Egyed / Cogito (Turkey) / Eurozine
PDF/PRINTNewsletter
Subscribe to know what’s worth thinking about.